Depremler, dünyanın doğal yapısının kaçınılmaz bir parçasıdır. Yer altındaki enerjinin fay hatları boyunca açığa çıkmasıyla meydana gelen sarsıntılar, doğanın en çarpıcı hatırlatıcılarından biridir. Tarih boyunca pek çok medeniyet, depremlerle karşılaşmış; şehirler yok olmuş, insan hayatları kaybolmuş ve toplumlar büyük acılar yaşamıştır. Yalnızca depremin kendisi değil, buna hazırlıksız yakalanmak da yıkıcı sonuçlar doğurur.
Türkiye, faal fay hatlarıyla çevrili bir coğrafyadadır. Her yıl çeşitli bölgelerde depremler meydana gelmekte ve bu durum zaman zaman ciddi can ve mal kayıplarına sebep olmaktadır. Bu da bizlere net bir mesaj iletmekte: Ülkemizdeki aslında sorun, depremler değil, tedbirsizliktir. 1999 Gölcük depremi, 2020 İzmir depremleri ve en son 2023 Kahramanmaraş merkezli büyük felaket bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Her seferinde benzer sorular gündeme geldi: “Binalar neden yıkıldı?”, “Neden gerekli önlemler alınmadı?”, “Bu kadar can kaybı nasıl yaşandı?” Cevaplar genellikle değişmedi: ihmal, eksiklikler ve göz ardı edilen tehlikeler.
Depremlerin kesin zamanını bilmesek de, nerelerde meydana gelebileceği ve riskli yapıların özellikleri hakkında yeterli bilgiye sahibiz. Bilim ve mühendislik, bu konularda bizlere kapsamlı bilgiler sunuyor. Deprem yönetmelikleri, yapı denetimi, zemin etütleri ve erken uyarı sistemleri gibi pek çok araç elimizde mevcut. Ancak bu imkânlar, uygulanmadığı takdirde sadece kâğıt üzerinde kalacaktır. Burada “ihmal” kavramı büyük rol oynamaktadır.
İhmal, kâr amacıyla kalitesiz malzeme kullanmak, denetim yapmamak veya riskli binalarda yaşamaya devam etmek gibi pek çok durumu kapsamaktadır. Ayrıca, mühendislik kurallarını hiçe sayarak bina inşa etmek ve yaşanan acılardan ders almamak da ihmaldir. Deprem sonrasında enkaz altındaki bir insanın çığlığı, yalnızca bir canın değil, bir sistemin ve toplumun ihmalkârlığının bir yankısıdır.
Alınabilecek önlemler oldukça net ve açıktır:
Binalar, depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmelidir.
Var olan riskli yapılar güçlendirilmelidir.
Deprem eğitimleri ve tatbikatları düzenli olarak yapılmalıdır.
Yerel yönetimler, yapılaşmayı bilimsel zemin etütlerine dayandırarak planlamalıdır.
Her birey, yaşadığı yapının güvenliği konusunda sorumluluk taşıdığını unutmamalıdır.
Deprem, doğanın değişmez ama önlenemez bir gerçeği olabilir. Yine de bu gerçekle savunmasız kalmak, bizim tercihimiz olmamalıdır. Bilinçli bir toplum, geçmişten ders alarak geleceğe hazırlıklı bir toplumdur. Unutmamak gerekir ki, deprem değil, hazırlıksızlık can alır. Felaketleri kader olarak görmek kolaydır; asıl vurgulanan nokta, insan hayatını her şeyin önünde tutmak ve gerekli tedbirleri almaktır.
Depremle yaşayabilmeyi öğrenmek, ona karşı mücadele etmekten çok daha önemlidir. Doğa ile çatışmak yerine, onun yasalarını anlamak gerekir. Deprem bir kader değildir; eğer ihmalkâr davranılıyorsa bu bir felakettir. Ancak tedbirlerle hareket edildiğinde, sadece bir sarsıntı olarak kalacaktır.