İstanbul’da 23 Nisan tarihinde yaşanan 6.2 büyüklüğündeki deprem, adeta “Geliyorum, ensenizdeyim” diyerek tehlikenin varlığını bir kez daha hatırlattı.
Bu orta büyüklükteki depremde can kaybı yaşanmaması ve binaların yıkılmaması gerçeği, İstanbul ile çevresindeki illerde yaşayan halkı büyük bir endişeye sevk etti. Birçok kişi, geceyi çadırlarda geçirmek zorunda kaldı; zira artçı sarsıntılar sebebiyle evlerine girmekten çekindiler. Bu deprem, İstanbul’un 650 bin çürük bina ile dolu olduğunu gözler önüne serdi ve şans eseri daha büyük bir felaket yaşanmadı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıklamalarına göre, İstanbul’da 1.5 milyon çürük bina olduğu ve bu binalardan 650 bininin acilen yıkılması gerektiği belirtiliyor. Ne yazık ki, bu çürümüş yapılarda henüz hayatını sürdüren insanlar var ve bu durum büyük bir kaygıya neden oluyor.
Bilim insanları, 6.2 büyüklüğündeki depremin ardından çeşitli değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Şener Üşenmezsoy, bu sarsıntının, İstanbul’da öngörülen tehlikeyi ertelediğini savunarak bazılarını rahatlatsa da, Prof. Dr. Naci Görür, İstanbul için tehlikenin geçmediğini ve 7.2 ile 7.6 büyüklüğündeki olası depremlerin hala bir tehdit oluşturduğunu belirtti. Diğer uzmanlar arasında yer alan Prof. Dr. Okan Tüysüz, Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan ve Prof. Dr. Celal Şengör de benzer şekilde İstanbul’da büyük bir depremin kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Naci Görür, 6.2’lik deprem ile büyük bir depremin tetiklendiğine ve bu nedenle direnişli kentsel planlamaların bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğine dikkat çekti.
6.2 büyüklüğündeki sarsıntı, beraberinde önemli bir gerçeği daha ortaya koydu: toplanma alanlarının yetersizliği. Deprem anında insanlar, korkuyla evlerinden ve iş yerlerinden dışarı çıkarken, bulabildikleri park ve boş arazilerde yer aradı. Ne yazık ki, bilim insanlarının yıllardır dile getirdiği uyarılara rağmen, güvenli toplanma alanları hala yetersiz. 1999 Marmara Depremi’nden sonra kamuya ait boş alanlar, AVM ve lüks rezidanslarla dolduruldu ve bu durum, halkın güvenli bir şekilde toplanabileceği yerleri azalttı. İstanbul’da bulunan 135 AVM’den 95’inin, daha önce deprem toplanma alanı olarak belirlenen arazilere inşa edildiği ortaya çıktı. Bu durum, yapılara kazandırılan rantın halk sağlığı üzerindeki etkisini gösteriyor.
Türkiye, coğrafi konumundan dolayı deprem riski taşıyan bir ülkedir. Bu nedenle, toplumda deprem bilinci oluşturmak, hazırlıklı hale gelmek ve dirençli kentler inşa etmek, öncelikli hedefler olmalıdır. Çürük binalarda yoksul insanların yaşaması, ciddi bir tehlike arz etmektedir. Kentsel dönüşüm süreci yeterince hızlı ilerlememekte ve devletin bu konuda daha etkin ve hızlı adımlar atması şarttır. Zengin kesim, güvenli bölgelerde konut alarak riskli alanlardan uzaklaşırken, durum daha da kötüleşmektedir.
Dirençli yapıların bir an önce oluşturulması, olası büyük bir depremin en az hasarla atlatılabilmesi için hayati öneme sahiptir. Bu durum, yalnızca İstanbul için değil, fay hattı üzerindeki tüm kentler için geçerlidir. Bilim insanlarının uyarıları dikkate alınmalı ve derhal harekete geçilmelidir. Allah korusun, İstanbul’da yaşanacak 7.2 veya 7.6 büyüklüğündeki bir deprem, ülke ekonomisini sarsabilir. 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli depremin yaratmış olduğu yıkım henüz tam olarak onarılmamışken, daha büyük bir acıyla karşılaşmak Türkiye için trajik bir durum olacaktır.
Siyasi iradenin ve yerel yönetimlerin bir araya gelerek el birliği yapması kaçınılmazdır. İstanbul ve ülkenin her yerinin, ivedilikle bilim insanlarının önerileri doğrultusunda deprem hazırlığına kavuşturulması gerekmektedir. Olası bir deprem riskine karşı dayanışma içerisinde hareket etmemiz, hepimizin ortak sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki, deprem tehlikesi herkes için geçerlidir ve bu ülke için, başka bir gidecek yer yoktur.