Evcil hayvanlara yönelmemizin ardındaki psikolojik nedenler; çoğu zaman çıkarcı dünyada aranan samimi ve sıcak bir sığınak bulma isteğiyle şekilleniyor. Etrafınızdaki birçok insanın ya bir kedisi ya da bir köpeği olduğunu görürsünüz. Bu bireylerin hayvanlarıyla olan bağlarına baktığınızda ise, güçlü bir “sadakat” hissedebiliyorsunuz.
Çocukluğumda, evimizde de bir kedi ve köpek vardı. Merhum babam sadece bizim hayvanları değil, mahalledeki dostları da beslerdi. Her akşam eve döndüğünde, kedilerin onu beklemesi bir gelenek haline gelmişti. Kasapta satın aldığı ciğerleri, sokağın başından etrafa yayarak giderken büyük bir haz duyuyordu. Mahalledeki insanlar, kedileri görünce “Kemal abi geliyor” derlerdi. Giyimine özen gösteren babam, yiyecekleri dağıtırken bunun kaygısını taşımadan doğal bir şekilde davranırdı. Evde olduğu sırada ise, asla temizlenmeden sofraya oturmazdı. Babam, cins köpeğimiz Pamuk yüzünden mahkemeye bile çıkmıştı; yanlış hatırlamıyorsam, bir hâkim veya vali yardımcısını ısırmıştı. Köpek aşılıydı ve bu nedenle ceza almamıştı. Bir gün ona çocuk aklımla sorduğumu hatırlıyorum: “Niye bunlarla uğraşıyorsun?” Aslında, hayvanları veterinere ben götürüyordum ve bu durumdan sıkılmıştım. Sonuç olarak, bu soruyu sormuştum. Babam bana şöyle yanıt vermişti: “Yaşın ilerlediğinde bunu anlayacaksın. Bu hayvanların hiçbirinin, sahipleri ve sevdiklerine nankörlüğü olmaz.”
Gerçekten de, kediler ve köpekler, kendilerine yaklaşan kişilere karşı duyarlı davranıyorlar. Yabancı birisi onlara dokunduğunda, kokusundan kişilik özelliklerini analiz eder gibi hissedebiliyorlar. İnsanlar arası ilişkiler ise bir o kadar karmaşık ve zorlayıcı. “Kavun değil koklayasın, karpuz değil yoklayasın” deyimi de bu yüzden mi acaba? İnsanları anlamak gittikçe zorlaşıyor. Sevgisizlikle dolan bir dünyada, merhamet eksikliği insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Geçmişin değerleri ve saygı anlayışı çok farklıydı. Küçükler büyüklerin yanında saygısızlık yapamazdı, akrabalık dayanışma demekti. Komşuluk ilişkileri güçlüydü ve dostluk, sıradan bir kelime olmaktan öteye geçiyordu. Arkadaşlığa yapılan düşmanlık ise, aynı zamanda kendine yapılmış sayılıyordu. Aynı meslekten olan bireyler de birbirlerine saygıyla yaklaşıyorlardı. Bütün ilişkiler, edep ve adap merkezliydi. Öğretmenler, ana-baba konumunda saygı görüyordu; evlatlar “Eti senin, kemiği benim” düşüncesiyle teslim ediliyordu. O zamanlar doktorlar, avukatlar ve gazeteciler gibi meslek sahipleri saygıdeğer insanlardı. İyilikler asla unutulmuyordu; “Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı” bu yüzden değerliydi. Yaşlı ve muhtaç bireylere asla dolandırıcılık yapılamaz, fakirlerin evlerine hırsız girmezdi. Hatta, “Kiralık katil” dahi ailelerinin yanında hedeflerine saldırmazdı. Kavga sırasında çocuk veya eş bulunan kişilere asla saldırılmazdı.
Toplumda hala namuslu kalma çabaları var; ancak yalan, dolandırıcılık ve riyakarlık gibi olumsuz duyguların baskın olduğu bir dönemde, insan ilişkileri zor bir hal aldı. Uzun yıllardır, ülkenin meseleleri ve vatandaşların sıkıntılarıyla ilgileniyorum. Sorunların değil, çözümlerin bir parçası olabilmek için çabalıyorum. Artık bir kedi ya da köpeğe ihtiyacım var!
Not: Değerli dostum, ağabeyim, güzel insan Sefa Kulaksızoğlu’nu kaybettik. Cami avlularından bir kişi daha ayrıldı. Kendisinin anılarıyla yaşayacak olan ağabeyime Allah’tan rahmet, aile başta olmak üzere tüm sevenlerine başsağlığı dilerim…